İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden barış paneli: Alanında öncü isimler Filistin için bir araya geldi

İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından santralistanbul Kampüsü’nde düzenlenen “Öğrenilmiş Sessizliği Bırakıp Gerçeği Konuşmak: Filistin’de Baskılarla Başa Çıkmak ve Barışı Sağlamak” başlıklı uluslararası panel, Filistin’de barışı savunan alanında önde gelen isimleri bir araya getirdi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Prof. Dr. M. Remzi Sanver’in moderatörlüğünde gerçekleşen panelde, Brown Üniversitesi’nde Soykırım Çalışmaları Profesörü Omer Bartov, Toronto Üniversitesi Dalla Lana Halk Sağlığı Okulu Profesörü Izzeldin Abuelaish, São Paulo Üniversitesi’nde Çağdaş Arap Tarihi Profesörü Arlene Elizabeth Clemesha ve Edinburgh Üniversitesi’nde Nicel Siyaset Bilimi Profesörü Uğur Özdemir, ifade özgürlüğünü savunan ama Filistin’in sesini susturan kurumlardaki çelişkileri gündeme getirerek Filistin’de barışın sağlanması için yapılması gerekenleri ele aldı.

Remzi Sanver – Omer Bartov

Açılış konuşmasını yapan İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Ege Yazgan, “Ortadoğu, insanlığın ilk zamanlarından bu yana pek çok çatışmaya sahne oldu. Bu toprak parçasında insanlığın, hemen her milletin, her topluluğun geçmişten gelen acıları var. Yakın ya da uzak geçmişte yaşanan olayların intikamını sivil insanları öldürerek almak, bir hükümetin, bir siyasi hareketin alabileceği en insanlık dışı tutumdur. Ne yazık ki geçtiğimiz Ekim ayından bu yana İsrail ve Gazze’de tanık olduğumuz şey budur. Tüm uluslararası toplumun Gazze’de sivillerin ayrım gözetmeksizin katledilmesine son verme konusundaki acizliği bizi çok tehlikeli bir ayrılığa götürüyor.” dedi.

“Batı kurumlarında ana akımdan farklı sesler dışlanıyor”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Prof. Dr. M. Remzi Sanver ise “Batı dünyasının ifade özgürlüğünü savunan kurumları, ana akım anlatılardan farklı sesleri dışlıyor ve bazen de susturuyor. Bu tutarsızlığın tezahürlerini Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta gördük. Bu panelde ise bunu Filistin bağlamında tartışacağız. Son dönemde yaşanan olaylar, Filistinlilerin haklarını savunanların karşılaştığı zorlukların altını çiziyor. İsrail’in Gazze’deki savaşına karşı düzenlenen öğrenci protestolarına yönelik baskılar buna örnektir. Yaşananlar, anlatıların nasıl inşa edildiği ve yayıldığına ilişkin sistematik bir sorunu ortaya koyuyor” diye konuştu.

“Antisemitizm gerçek bir tehlike ama insanları susturacak bir silah olarak kullanılıyor”

Brown Üniversitesi’nde Soykırım Çalışmaları Profesörü Omer Bartov ise konuşmasında İkinci Dünya Savaşı sonrasında verilen bir daha dünyada soykırım yaşanmayacağı sözünün 1945’ten bu yana yaşanan soykırımlarla ihlal edildiğine dikkat çekerek “İnsanlar soykırım terimini, meydana gelen korkunç bir şeyi tanımlamak istediklerinde kullanırlar. Vahşet, sivillerin kitlesel olarak öldürülmesi, şehirlerin yıkılması, nüfusun yerinden edilmesi, planlı askeri şiddet… Ve tüm bu eylemler gerçekten de suç olan, kabul edilemez, ahlak dışı, etik dışı olarak tanımlanabilecek eylemlerdir. Ancak bu eylemler her zaman soykırım demek değildir. Uluslararası hukukta önemli olan tek tanım 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçu ve Suçun Önlenmesi Sözleşmesi’nde yer alan tanımdır. Bir ülkenin uluslararası hukuk çerçevesinde soykırımdan suçlu bulunması için bir grubu kasıtlı olarak yok etme niyetiyle yola çıkmış olması gerekir. Bunu kanıtlamak çok zor bir şey ve genellikle uzun zaman alıyor çünkü belirli bir nüfusu yok etmek için önceden tasarlanmış bir plan olduğunu ve bu planın tamamen veya kısmen uygulandığını belgelemeniz gerekiyor” dedi.

Antisemitizmin gerçek ve mevcut bir tehlike olduğunu ancak Gazze’de yaşananlara itiraz edenleri susturmak amacıyla kullanılan bir silah haline getirildiğini belirten Bartov, “Uluslararası hukuk var ama bunun bir önemi yok, diye bakmak yerine harekete geçerek hükümetlerimizin uluslararası toplum içinde hareket etme şekli üzerinde bir etkiye sahip olabiliriz.” dedi.

‘Savaş önlenmesi gereken bir hastalık gibi önlenmelidir’

İsrail’in ilk Filistinli doktoru, Nobel Barış Ödülü Adayı ve Toronto Üniversitesi Dalla Lana Halk Sağlığı Okulu Profesörü Izzeldin Abuelaish ise konuşmasına “Gazze’de öldürülenler, katledilenler, ateş altında olanlar, yoksun bırakılanlar, aç, susuz, evsiz olanların sesiyle konuşmak için, harekete geçmek için buradayız” diyerek başladı.

Abuelaish, “Ben Cibaliye mülteci kampında doğmuş, büyümüş ve yaşamış bir Filistinli mülteciyim. Nakba’dan sağ kurtulan, 1948’de vatanlarından sürülen, işgalin ve acının zulmüyle yüzleşen, yoksullukla mahrum bırakılan bir anne babanın çocuğuyum. Yolumu eğitimle buldum ve hayatım savaştı; çünkü savaş öldüren ve öldürülecek olan askerler değildir. Kadınlar ve çocuklarla ilgilidir. Savaş, önlenmesi gereken hastalıklar gibi önlenmelidir. Çünkü her insan için adalet ve özgürlük esastır, haysiyetimiz ve tam anlamıyla insan olma yeteneğimiz için bu çok önemlidir. Bu ahlaki, etik ve insani bir görevdir.” dedi.

“Filistinliler için adalet olmadan dünyada özgürlük olmaz”

İsrail tarafından 2009 yılında yapılan saldırılarda kızlarını yitirdiğini belirten Abuelaish, “Barış kavramı hakkında konuşuyoruz. Barış sadece bir kelime ya da kavram değildir. Barış, onu yaşadığınız ve hissettiğiniz bir yaşam biçimidir. Barış, içinde yaşadığımız çevre ile aramızdaki bir ilişkidir ve bazı gereklilikleri vardır. Birincisi, saygıya ihtiyacımız var. İnsan haklarına saygı, eşit haklara… Adalete ihtiyacımız var. Özgürlüğe ihtiyacımız var. Eğer bu değerlerden, erdemlerden herhangi biri yerine getirilmezse, bu şiddettir. Çünkü şiddet, birinin haklarını, onurunu, özgürlüğünü ya da hayatını ihlal ettiğimizde ortaya çıkar. Filistinliler için istikrar ve adalet olmadan bu dünyada özgürlük olmaz. Derhal ateşkes yapılmalıdır” dedi.

São Paulo Üniversitesi’nde Çağdaş Arap Tarihi Profesörü Arlene Elizabeth Clemesha ise Filistinlilerin İsrail’in doğuşunun sonucunda mülksüzleştirildiğini belirterek “20. yüzyılda Filistin’in sömürgeleştirilmesinin geç bir sömürgeleştirme biçimi olduğu için tekil olmakla kalmayıp, aynı anda iki çabanın birleşimi olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Bu Yahudi milliyetçisi, yerleşimci, sömürgeci bir projedir. İkincisi, ekonomik ve jeopolitik amaçlarla Arap toprakları üzerinde parçalama ve tahakküm kurmaya yönelik emperyalist bir projedir. Ve bugüne kadar da devam etmiştir. Yerleşimci sömürgecilik Filistinlilerin uzlaşamayacağı bir şeydir. Üstünlük anlamına gelir. Ayrımcılık demektir. Sömürü demektir” dedi.

“Z kuşağının adil bir dünyaya olan bağlılığı umut veriyor”

Edinburgh Üniversitesi’nde Nicel Siyaset Bilimi Profesörü Uğur Özdemir ise konuşmasında Ekim saldırısından önce Gazze’deki yaşam koşulları hakkında veriler aktardı. Özdemir, “İnsanların yüzde 70’i mülteciydi, yüzde 82’si yoksulluk içinde yaşıyordu. Yüzde 63’ü gıda güvencesinden yoksundu, yüzde 95’inin temiz suya erişimi yoktu. Çocukların yüzde 45’i travma, depresyon veya anksiyete ile yaşıyordu. Çocukların yüzde 37’si en büyük korkularının uçak sesleri olduğunu belirtiyordu. Bunu hayal edin. Çığlık atmak, dünyaya haykırmak için karşı konulmaz bir dürtü hissediyorsunuz. Ama sonra ne oluyor? Çığlıklarınız sistematik olarak bastırılıyor” dedi.

Küresel medyanın Filistinlilerin sesine neredeyse hiç yer vermediğini belirten Özdemir, “Umudumuz var mı? Evet, umutluyuz. 2023 yılında, Gazze’deki iletişim kesintilerinin üzücü karanlığı ve gazeteciler arasındaki trajik can kayıplarının ortasında, Filistin hikayelerinin küresel bilinci delmesiyle parlayan bir direnç ışığı sosyal medya platformları aracılığıyla milyarlara ulaştı. Farkındalığın artması sadece bir tesadüf değil, çoğu zaman hüzün ve direnişle anlatılarını paylaşmak isteyenlerin yılmaz ruhunun derin bir kanıtıdır. Z kuşağının hem çevrimiçi hem de çevrimdışı eylemlerinde görülen daha adil bir dünyaya olan bağlılığı, empati ve teknoloji birleştiğinde insanlığın neler başarabileceğine dair bana umutlu bir vizyon veriyor” dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

....